Türkler ile ilgili yapılan mangalar
Japonlar boş durmamış Türklerle ilgili mangalar da yapmışlar 🙂
Shōkoku no Altair
Tür: Macera, Aksiyon, Fantastik, Tarihi, Shounen, Dram
Dergi: Kodansha
Yayın Türü: Aylık
Bölüm Sayısı: 45+ / 9 Cilt / Devam Ediyor
Yazan & Çizen: Katou Kotono
Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu’nda hizmet veren genç bir paşadır. Memleketi savaşa doğru sürüklenirken, karar merceği divan ikiye ayrılır. Hangi tarafın kazanacağı bir muamma iken düşmanları, dostları ve memlekete karşı kurulan komplolar arasında ülkesinin huzurunu korumak isteyen Mahmut Paşa elinden gelen her şeyi yapmak üzere göreve koyulur. Osmanlı döneminde gerçek karakterlerle yazılan bu hayal ürünü manga, bir Japon’un bakış açısıyla, Osmanlı dönemi çok hoş ve eğlenceli bir şekilde kaleme alınmış. (Alıntıdır.)
Mangayı okumadım ama en kısa zamanda okumayı düşünüyorum yine de şöyle bir göz attım. Çizimleri çidden çok hoş. Özellikle cami çizimlerine bayıldım. Kıyafetler, ortam, manganın verdiği hava harika olmuş, çok gururlandırıcı özellikle Japonlar tarafından yapıldığı düşünülünce, gerçekten araştırılarak yapıldığı belli oluyor. Tabi gönül isterdi ki bizde kendi kültürümüzü yansıtan mangalar yapalım, tarihimizi yapımlarımıza ‘doğru’ bir biçimde aktaralım eğlendirici olduğu kadar eğitici bir nitelik de taşısın ama olacağına inanıyorum. Çünkü bildiğiniz gibi ilk Türk manga dergimiz çıkmıştı devamının da geleceğine inanıyorum. Çünkü cidden çok iyi çizen çizerlerimiz var ve iyi işler de yapıyorlar umarım içlerinde Türk tarihini yansıtanlar da olur:) Mangayı okur okumaz sadece bu mangayı kapsayan yeni bir yazı yazmayı düşünüyorum o zamana dek Shoukoku no Altair’i burada noktalıyorum.
Yume no Shiziku, Ougon no Torigako
Evet ne demek çevirin bakalım:D Sizi zahmete sokmayalım hiç, Rüya Damlaları / Altın Kuş Kafesi anlamlarına geliyormuş sevgili üyeler. Hikâye, Alexandra’nın esir düşüşü ile başlayıp eğitimden geçirilişi, Saray hayatı ve Hürrem Sultan oluşu, Padişah’a âşık oluşu üzerine kuruluyor imiş.
Japon çizgi romanlarına uygun olarak gözler çok daha büyük, kadın karakterler ‘Şeker Kız Candy’ye benziyor, erkekler daha bir ‘bebek yüzlü’. Osmanlı erkeklerini sertleştirmek için çizilen siyah bıyıkların da çok etkili olduğu söylenemez.
Şimdi efendim bu bir Japon mangası üstelik shoujo türünde bir manga olduğu için haliyle kurgulanmış, üzerinde oynalamalar yapılmış o yüzden birebir Türk kültürü etkisi beklemeyin. Elbette isteriz gelenek göreneklerimizi de yansıtsın, kültürümüze uygun olsun ama bu manga bizim tarihimizi, kültürümüzü tanıtmak için yazılmamış sonuçta. Belli entrikalarla okunması için yazılmış nasıl ki biz başka ülkelerin yapımlarını Türk milletinin izleyeceği şekilde üzerinde oynuyorsak bu da onun gibi bir şey. O yüzden hayal kırıklığına uğramamak için kendinizi hazırlayın sonra vay efendim kültürümüzde dalga geçilmiş, değiştirilmiş diye serzenişte bulunmayın. Bizimle dalga geçecek dahası başkalarının kültürleriyle dalga geçecek son millettir Japonya. Bu demek olmuyor ki manganın bu halini onaylıyorum ama eleştiri yaparken belli ölçütleri ve durumları da düşünmek zorundayız.
Konusu ise şöyle : 16. yüzyılın başında Alexandra Ukrayna’dan gelen köle tacirleri tarafından kaçırılır. Köle tacirleri kadın köleleri satmak için Yunanistan’a geldiklerinde Mateus adındaki genç ve yakışıklı bir adam Alexandra’yı satın alır ve ona özgürlüğünü geri vereceğine dair söz verir. Mateus Alexandra’yı döneminin en mükemmel kadınlarından biri haline getirmek için sayısız öğretmen, alim ve saray leydisi getirtir. Mateus’un nezaketinden etkilenen Alexandra ona aşık olur ve bir gün onun cariyesi olmayı umar. Ama Mateus çoktan en yakın arkadaşı Muhteşem Süleyman’a Alexandra’yı vereceğine dair söz vermiştir. Bu acıya dayanmayı reddeden Alexandra kendine söz verir, bir gün ikisini de bu kafesten kurtaracaktır. Fakat Mateus bir baş vezir olarak gücü ancak sultanın altındadır. Bu yüzden hala bir umudu olabilmesi için Alexandra en nüfuslu cariye olmak zorundadır… bu aynı zamanda Süleyman’nın oğlunu taşıma anlamına gelmektedir. Ama Süleyman’ın zaten başka bir cariyeden oğlu vardır ve bu cariye kendi oğlunu tek varis olarak tutmaya kararlıdır. Böylelikle bir kölenin, tüm zamanların en büyük imparatorluğunun hanım sultanlarından biri olma hikayesi başlar. Alexandra – bir gün Roxelana, Osmanlı İmparatorluğu’nun hanım sultanı olarak tanınacak kişi.
Aynı mangakanın Anadolu öyküsü: Kırmızı Nehir (Red River) adında bir başka mangası daha bulunuyor. Aynı zamanda ödül almış bu manga ve Hititler döneminden başlayan bir hikâyeyi anlatıyor.
Bir manga daha vardı. Alparslan adında bir karakteri vardı hatta ancak hatırladığım tek şey bu olduğu için mangayı bulamadım. Benim bildiklerim bunlar. Sizin de bildikleriniz varsa yorumda belirtirseniz onu da eklerim. Hatalarım için affınıza sığınarak okuduğunuz için teşekkür ederim:)
1 Yorum
Shoukoku no Altair’in ilk birkaç bölümünü izlemiştim. Ama nedense bir türlü konuya odaklanamıyordum çünkü her seferinde gözüme ‘bu böyle olmaz!’ dedirten bir dünya kusur çarpıyordu! İçinden halıları ve minberi alınmış bir cami şeklinde tasvir edilen divan, bir padişahın olmaması ve ülkeyi sanki oligarşikmiş gibi paşaların yönetmesi, Mahmut Paşa’nın Alman gibi sarı saçının o garip şekli ve giydiği şalvarın abartılı bolluğu… Elbette çizilmeden önce araştırılmış olduğunu yadsımıyorum ama bir kültüre sadece dışarıdan bakarak özünün anlaşılamayacağı gerçeği bu animede çok barizce suratıma çarpmıştı. Çünkü anlatılan benim kültürümdü, barizce hissediyordum her şeyin biçimde kaldığını! (Muhtemelen Almanlar da Attack on Titan izliyorlarsa böyle hissediyorlardır. Gerçi onda da, sırf ismi Türkçe diye dördüncü sezon gelip Adolf Hiler’in halefi gibi bir şeye dönüşene kadar Eren’in Türk olduğunda ısrar etmiştim!) Ama ben Türk olduğum için benim gözüme batan bunca şeyin dünyanın kalanının gözüne battığını sanmıyorum o yüzden genel olarak güzel bir anime. Siyasi ve entrikalı oluşu animemin ağırlığını arttırıyor. ‘Taiyou no Elegy’ isimli bitiş müziği de çok güzel. Bir de son olarak, her ne kadar kusurlu bulsam da yine de onca Japonca kelimenin arasında kulağımıza çalınan o Türkçe isimler yok mu, onları o konuşmanın içinde duymak beni bir hoş ediyordu (Attack on Titan’da, soyadı Jäger olsa da millet her ‘Eren’ dediğinde de yine öyle mutlu oluyordum.)