Shin Kyung-Sook “Please Look After Mom”
Koreli bir yazar. Shin Kyung-Sook 1963 yılında Güney Kore’nin güneyinde Jeolla bölgesinin Jeongeup köyünde dünyaya gelmiştir. Altı çocuktan dördüncüsü olan Shin, ailenin en büyük kız çocuğudur. Ailesi çiftçidir, ailesinin kendisini okutacak gücü olmadığı için on altı yaşında Seul’e büyük abisinin yanına okumaya gönderilir. Gece okuluna devam ederek aynı zamanda da masraflarını karşılamak için çalışır, ilk edebi eserini 1985 yılında yazmıştır.
Seul Güzel Sanatlar Enstitüsü’nden mezun olur, ilk eseri olan “겨울우화” (Sonbahar Fabl), [GyeoulUhwa] ile 1985 yılında ilk ödülünü almıştır. 1993 yılında yazmış olduğu “풍금이있던자리”(Ahenkli Olan Yer) [Punggımiiddon cari] eseri ile Kore kurgu romanı alanında yeni bir çığır açmıştır.
Shin Kyung-Sook’un eserleri Kore Edebiyatında önem taşıyan değerli eserler olarak kabul edilmektedir. Öyle ki, yazarın bu hızlı ve emin adımlarla yükselişi “Shin Kyung-Sook sendromu” olarak adlandırılmıştır. Yazarın, 2008 yılında yazmış olduğu “Lütfen Anneme İyi Bak” (엄마를부탁해) adlı romanı yalnızca Kore’de değil, başta Amerika olmak üzere çevrildiği ülkelerde ses getirmiştir. Shin Kyung-Sook, romanında aile kavramından hareketle; Kore’de kadının yerini ve annelik kavramını betimlemeye çalışmıştır. Onun romanındaki karakteri Park SoNyo; kendisini ailesine adamış, ailesine ve geleneklerine bağlı, geleneksel Kore kadını tiplemesine uygun bir anne olarak karşımıza çıkmaktadır.
Roman, köyde yaşayan ve çocuklarını ziyaret etmek için gelen anne babanın metroda birbirlerini kaybetmeleri ile başlar. Bu kayboluş, romanın başkahramanı olan annenin (Park SoNyo) aileden ayrılışı, kopuşudur aslında.
Baba metro istasyonunda gelen trene biner ve anne geride kalır. Annenin kaybolması ile birlikte, aile bireylerinin kendi içlerinde ve birbirleriyle hesaplaşmaları başlar. Bu hesaplaşma, hem annelerinin kendi hayatlarındaki yerinin hem de ihmal ettikleri şeylerin acımasız hesaplaşmasıdır aslında.
Anne’nin kaybolması ile romandaki karakterler aslında annelerini ne kadar tanıdıklarının farkına varırlar. Aile içi ilişkilerin ve aile bireylerinin birbirlerine, özellikle annelerine verdikleri (vermedikleri) değerin sorgulanma vakti çoktan gelmiştir. Roman beş farklı bölümden oluşmaktadır ve her bölüm farklı bir aile bireyinin gözüyle anlatılmaktadır.
Alıntı:
Romanın başkahramanı olan Park SoNyo, ailesi tarafından seçilen bir erkekle evlendirilmiş bir genç kızdır. Kocası ile görücü usulü evlenen SoNyo kendi hayatı ile ilgili verilen kararları en başından kabullenmiş bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Evlenmeden önce annesinin ona söyledikleri de aslında onun hayatının nasıl olacağına ya da olması gerektiğine karar verildiğini göstermektedir. Evlenmek istemeyen ve ağlayarak annesinin yanına gelen genç kıza annesi şu sözleri söyler ve onu evlenmeye razı etmeye çalışır:
Evlenmezsen ne yaparsın: Yıldız falını damadınkiyle karşılaştırınca, ikinizin çok şanslı olacağını gördüm.Tek bir çocuğunu dahi kaybetmeyeceksin. Bir sürü çocuğun olacak. Hepsi büyüyüp başarılı insanlar olacaklar. Hayattan daha ne isteyebilirsin ki? Bu dünyaya bir insan olarak geldiğine göre, eşinle mutlu mesut yaşamalısın. Çocuk doğurmalı, onları emzirmeli ve büyütmelisin. Ağlama, ağlama. Sana özel pamuklu battaniyeler dikeceğim. (s:132)
Evlenen ve annesinin öğütlerini dinleyen Park SoNyo’nun hayattaki en önemli amacı, artık sadık bir eş ve iyi bir anne olmaktır. Bu amaç doğrultusunda Park SoNyo, ev işlerini kendine görev olarak edinmiş, kendisini ev işlerinden ayrı düşün(e)memiş bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir eş ve anne olarak çocuklarını doyurmak, ev işlerini yapmak ve ailesine hizmet etmek zorundadır. Kore geleneksel kültüründe, dini bayramlarda ya da özel günlerde her zaman kadınlar (özellikle evin gelinleri) ev işlerinden ve misafirlerin ağırlanmasından sorumludurlar. Özel günlerde kadınlar, hem ev halkı hem misafirler hem de ölmüş aile büyükleri için yemekler hazırlarlar ve sofra kurarlar. Gelen misafirlerin ağırlanması kadınların en önemli görevleri arasındadır. Romanda, Park SoNyo’nun rutinleri de şu şekilde anlatılmaktadır:
Annenin memleketinde geleneksel ayin masalarında mutlaka tırpan balığı bulunurdu. Annen tüm seneyi geleneksel ayinlere göre biçimlendirirdi. Ayinler bir kez ilkbaharda, ikişer kez de yazın ve kışın yapılırdı. Yılbaşını ve Dolunay Hasat Zamanı’nı da sayacak olursa, annen senede yedi kere kuyunun yanına geçip tırpana balığı temizlerdi. Annenin satın aldığı tırpana balığı genellikle bir kazan kapağı büyüklüğünde olurdu. Pazara gidip tırpana alığı aldığında ve bunu kuyunun yanına astığında, geleneksel ayinlerden birinin yaklaştığını anlardınız. Kış ayinleri için tırpana balığını temizlemek zahmetli bir işti. Çünkü hava o kadar soğuk olurdu ki su hemen buz keserdi. Senin ellerin küçüktü, anneninkiler de işten güçten nasır bağlamıştı. (s: 45)