Japonya ve batı 3
Değişim programının benimsenmesi Batı ile ilişkilerin hızlanmasına ve derinleşmesine neden oldu. İlişkiler sadece diplomatik alanı değil, ekonomik, kültürel, toplumsal ve askeri çıkarlar yelpazesini kapsadığından, dostlukla birlikte çekişme alanı da büyüdü, ilişkilerin açılması önemli ölçüde büyük güçlerin Asya’daki çıkarları doğrultusunda dikte ettirilmişti, ancak şimdi işler çok daha karmaşık hale gelmişti; dış temaslara karşı Japonya’nın ekonomik zorunlulukları gibi, Japon ordusunun büyümesi ve milli duygunun ortaya çıkışı unsurları da hesaba alınmak zorunda kalınmıştı. Eşitsiz anlaşmalar bu büyüyen karmaşayı öngörmemişti, ancak bütün başarısına karşın Japonların Batı emellerinin hayırseverliğine ilişkin güven tazelemesine yetmeyen anlaşmaların yeniden gözden geçirilme görüşmeleri sürecinde yansımasını buldu.
1880’lerin ortasından sonra Japonya yönetimi eşitsiz anlaşmaların düzeltilmesine ilişkin görüşmelerin yeniden açılabileceğini düşündü. Zaten bazı küçük başarılar elde edilmişti; örneğin 1880’den sonra yabancılar kendi posta hizmetlerini Japonya’ya havale etmeyi kabul etmişti. 1885 ile 1887 arasında ‘Batılılaşmanın’ hızlı savunucusu Dışişleri Bakanı Inoue Kaoru Batılı güçlerle görüşmeler yaptı. Inoue yasal sistemin onaylanan çizgilerde Batılılaşmasını, Japonların dışındakileri ilgilendiren davalarda yabancı yargıç bulunmasını ve gümrük özerkliği kazanılmadan gümrüklerin yükseltilmesini sağlayan bir anlaşmaya vardı. Anlaşma dışarı sızdı ve İnoue 1887 Haziranında istifa etmek zorunda kaldı. Onun yerine Anayasa mahkemesine yabancı yargıçların dahil edilmesini kısıtlamayı tekrar görüşen Okuma Şigenobu geçti; yeni yasa maddelerindeki yabancı onayından da vazgeçildi. Bu anlaşmaya da şiddetle karşı çıkıldı ve 1889 yılında Okuma’ya yapılan ve bir bacağını kaybettiği bombalı saldırının temel nedeni oldu. Anlaşma düzeltme önerilerine duyulan düşmanlığın derecesi büyük ölçüde, yasal sisteme istenmeyen Batı müdahalesinin Japonlar için onur kırıcı bir durum olduğu düşüncesinden kaynaklandı; ancak Batılılaşma her bakımdan çok yol almıştı. Çok az kişi, antidemokratik bir rejime uluslararası onay verildiği için, önerilere karşı çıkıyordu. Oysa, özellikle sesi yükselen milliyetçi unsurlar vardı ve geniş ölçüde desteğe sahiptiler. Japonya’nın yabancı hukuk danışmanları bile bu anlaşmalara muhalefet etmişlerdi ve dolayısıyla girişimler sonuçsuz kalmıştı.
Japonya’nın yasal ve siyasal sistemi giderek Batı modellerini geçerli kıldığından, yabancı yönetimlerin kendi vatandaşlarını Japon yargısına havale etmeyi reddetmeleri gittikçe güçleşiyordu. Japonların meşru egemenlik hakları olarak kabul ettikleri hakların teslimindeki gecikme gerçek bir tek taraflı fesih tehlikesini getirdi. Japonya’daki yabancıların çoğu, avantajlı konumlarına ilişkin herhangi bir değişikliğe karşı vaveyla kopardılar, ancak bölgedeki ve yurtlarındaki hükümet temsilcileri nezdinde, görüşleri ağırlığını giderek kaybetti. 1894 yazında diğer bir dışişleri bakanı Mutsu Munemitsu, İngiltere ile yeni bir görüşme dönemi başlattı ve İngiliz-Japon Ticaret ve Denizcilik Anlaşmasında başarılı bir sonuca ulaştı. Bu anlaşma çerçevesinde Japonya’daki İngiliz vatandaşları 1899 yılından sonra yürürlükteki Japon yasalarına tabi olacaklardı. Gümrük konusu ayrıca ele alındı ve daha sonra bir gümrük kongresi düzenlendi, ancak gümrük özerkliği 1911 yılına kadar kazanılamadı. Diğer güçler İngiltere’nin peşinden yeni anlaşmalar düzenledi.
Japonya şimdi en azından teoride Batılı güçlerle eşitti. Ancak çok geçmeden yasal eşitliğin yetersizliği çok açık biçimde ortaya çıktı; güç kullanma yeteneği, sadece nüfuzun değil eşitliğin gerçek olup olmadığının da göstergesiydi. Japonya’ya çok büyük tesiri olacak bu yararlı dersi Rusya verecekti.
Japonya ile sınırlarını paylaşan tek Batılı güç olan Çarlık Rusya’sı ile Japonya’nın ilişkileri Japonya bir tehdit arz etmeyecek kadar güçsüz olduğunda nispeten dostçaydı. 1850’lerin anlaşmalarından önce bile nadir temaslar olmuştu ve daha sonraki ilişkiler de diğer güçlerle olduğu gibi bir eşitsizlik temeli üzerinde gelişmişti. 1875 Mayısında Japonya’nın kuzeydoğudan Hokkaido kıyısına uzanan Kuril Takım Adalarının karşılığında Rusya’nın Sahalın adası üzerindeki egemenliğini kabul etmesiyle bir anlaşmaya varılmıştı. Ancak 1880’lerin sonuna doğru Japonya’nın Asya anakarası üzerindeki çıkarları artmıştı ve Kore ile Mançurya’da hak iddiasına yönelik saldırılarının onu doğrudan, genişlemekte olan Rusya imparatorluğuyla bir çatışmanın cine atma tehlikesi vardı. Her iki ülke de Kuzeydoğu Asya’nın bu bölgelerinde ulusal güvenlik için fevkalade çıkarlan, sosyal ve ekonomik hakları olduğu iddiasındaydı. Her iki ülkede aynı bölgede nüfuzunu genişletmek arzusundaydı.
1894’te Kore üzerindeki hak ve çıkarlar nedeniyle Japonya ile Çin arasında savaş patlak verdi. Japonya’nın modern biçimde yenilenmiş silahlı kuvvetleri ses getiren bir zafer elde etti. Koşulları Çin’e zorla kabul ettirilen barış anlaşması sadece ağır bir tazminatı değil, Formoza (Tayan), Pescador Adaları ve Kore’nin batısındaki Mançurya kıyılarına uzanan Liaodong Yarımadasının da Japonya’ya verilmesini gerektirdi. Savaş, Japonya’nın ilk sömürgeleri-i elde ettiğini gösterirken Doğu Asya meselelerinde hesaba katılması gereken bir güç olduğunu da gösterdi. Genellilikle bir Çin zaferini bekleyen Batılılar Japonya’nın açık üstünlüğü karşısında şaşkınlığa uğradı. Avrupa ve Amerika için ilk kez ciddi bir beyaz olmayan rakip olasılığı doğdu.