Japonya ve batı 2
1854 baharında Perry dokuz gemilik daha büyük bir donanmayla döndü ve Bakufu, Hakodate (Hokaido’da) ve Şimoda’nın sığınma limanları olarak açılmasına, gemicilerin dönüşlerine izin verilmesine ve daha sonraki bir tarihte konsoloslar atanmasına ilişkin bir anlaşmaya vardı. Ticaret konulan sonraya bırakıldı. Çok geçmeden Rusya ve İngiltere benzer anlaşmalar yaptılar. Tam ticari ilişkiler kurulması için yoğun baskılar uygulandı. I856’da ilk Amerikan konsolosu Townsend Harris Japonya’ya ulaştı ve büyük ölçüde konuya asılması ve İngiltere’yi şeytan gibi kullanmasıyla 1858 Haziranında ABD-Japonya Dostluk ve Ticaret Anlaşması sonuçlandırıldı. (Limanları yabancı gemilere açan Çin sistemi örnek alındı). Bu, o yıl Batılı güçlerle yapılan ve sonuçlandırdıkları dönemin ardından Ansei Anlaşmaları olarak bilinen birçok anlaşmanın ilkiydi. Eşitsizlik bu anlaşmaların temelini oluşturduğundan ‘eşitsiz” anlaşmalar olarak da gösterildiler. Diplomatik temsilciler Edo’da kalıyordu ve ticaret resmi müdahalelerden muaftı. Birçok başka liman da gelecek yıllarda açılacaktı. Japonya’ya girmesine izin verilen tüccarların yerleşmeleri ve onlara açılan alanlar sınırlandırılıyor, ancak ülke kanunlarının dışında tutulmanın ayrıcalığını taşıyorlardı, örneğin Japon yasalarına muhatap değillerdi, ancak herhangi bir kötü davranış ya da sorun olduğunda (buna ilgili Japonlar da dahildi), davalara oradaki konsolosun başkanlık ettiği bir mahkeme bakıyordu. Sonraki anlaşmalar vergileri Japonya’ya giren malların kıymeti üzerinden yüzde 5’lik gibi düşük bir orana bağladı ve “en fazla müsaadeye mazhar ülke” maddesi her ülkeye yayıldı ve yeni haklar güvence altına alındı. Bu yüzden Japonya’daki Batılılar fiilen Japonların denetimi dışında kaldılar. Japonlar için Batılıların yararlandığı bu hakların dışarıda karşılığı yoktu. Bu durum Japonların ekonomik, sosyal, yasal ve siyasal ölçütlerde geri kalmış olmaları ileri sürülerek savunuluyordu.
Böylece Japonya’nın Batıya açılma koşulları apaçık eşitsiz olan anlaşmalar nedeniyle, ayrılık duygusu ve güven ihtiyacını azaltmaktan çok güçlendirmiş oldu. Kabul edildiği gibi Batılı hevesleri karşısında Japonların tepkisinin sonucu Japonya’nın bir Avrupa sömürgesi olmasını engellemek ya da Çin’in başına geldiği gibi egemenliğin zarar görmesine katlanmak olacaktı. Bununla birlikte, Japonya’nın üstün gücün tehditlerinden şiddetle incinmesi, Batı standartları ve modellerine uymaması nedeniyle ikinci sınıf görülmesinden kaynaklanan gücenme ve diğer ulusların her türlü özel durumdan kazanılacak avantajlarını doruğa çıkarmak için ‘adaletsiz’ biçimde hazırlanmalarının algılanması Japonya’yı Büyük Güçler olarak bilinenlerle eşit statü kazanmaya, ya da gerçekten onları geçmeye azmettirdi. Japonya’nın ekonomik ve askeri olarak yaralanabilmesi ve büyük gücün tahakkümüne karşı koyacak dış destekten yoksunluğu, köklerini ulusal mitten alan, inziva döneminde büyüyen ve Japonya ve Batı arasındaki kültür bölünmesinden güçlenen ulusal “ayrılık” duygusunu güçlendirdi. Bu ulusal incinmeyi ve diğer uluslara olan bağımlılığı ortadan kaldırmak baş hedef oldu ve böylesine mecbur olunan bir hedef şu ya da bu şekilde başarıldı. Bütün önemli anlaşma ve diplomatik faaliyetler ancak ‘kendi tatminine’ yönelik olduğunda gerçekleştirilecek bir taktik içinde ele alındı.
Ansei Anlaşmalarından sonraki ilk on yıl, direnecek gücü olmayan Japonya’nın Batı müdahalesine karşı artçı güçlerin hazırlığı ile geçti, ilk yabancı yerleşimler zaman zaman yabancı-karşıtı unsurların fiziksel saldırılarına maruz kalıyor ve yabancı-karşıtlığı Bakufu’nun siyasal sıkıntısını artırmak için düşmanlarca kullanılmaya devam ediyordu. Yönetici elitin büyük çoğunluğu Batı temaslarının kaçınılmaz olduğunun ve sadece edilgen biçimde buna katlanmak yerine Japonya’nın lehine çevirmek gerektiğinin giderek farkına varıyordu. Batı hakkında bazı bilgilerin öğrenilmesi ve bazı bireysel dış seyahatler özendirildi. Batı becerilerini Japonya’yı güçlendirmek için kullanmak ‘Batı teknolojisi, Japon değerleri’ sloganı ile özetlenen ve çoğunluk tarafından desteklenen bir eylem biçimine dönüştü. Yenilenen dış ilişkilerin etkisi bu yıllarda ekonomik ve siyasal olarak büyük önem kazanırken, ülkede büyüyen iktidar mücadelesi dış ilişkiler konusunun uzun döneme yönelik olarak kalıcı biçimde tasarlanmasına ilişkin girişimleri erteledi. 1868’de yeni yönetimin iktidarını güçlendirmesiyle dikkatler tekrar bu konuya taşındı.
Yeni yönetimin ilk düşüncesi anlaşmaları gözden geçirmeye girişmek oldu. Bazı hükümetlere başvuruldu ve 1871’de üst düzey bir delegasyon kalıcı görüşmeler yapmak umuduyla Avrupa ve Amerika’ya gönderildi. Bir saray soylusu olan Prens Ivakura Tomomi önderliğindeki heyette Restorasyon’un iki büyük mimarı Ökubo Toşimiçi ile Kido Köin ve Meici döneminin yönetim oligarşisine önemli ölçüde hâkim olan İtö Hirobumi vardı. Her yerde kendilerine, anlaşmaları gözden geçirme görüşmelerinin erken olduğu söylendi.
Buna rağmen gezinin yararlı sonuçları oldu. Batının ne kadar uzak ve birçok açıdan Japonya’nın ne kadar önünde olduğuna şaşırarak, Amerika ve Avrupa uluslarının uygarlıklarını kapsamlı olarak gözlemlediler. 1873’te Japonya’ya döndüklerinde ‘eşitsiz’ anlaşmaların kaldırılmasına dayalı bir strateji uygulamanın ancak Japonya’yı Batının önemli gördüğü -yasal sistem, siyasal yapı, ekonomik yasalar ve genel ‘kültür’ ve ‘uygarlık’ düzeyi- standartlarına taşımakla başarılabileceğini anladılar, içerdeki reformun her türlü uluslararası güç düşüncesinin önüne alınması gerekmişti. Batı ile yarışmak Batının kendi koşullarına mahkûmdu.
Bu anlayışın sonucu Batı çizgilerinde yoğun bir değişim programı oldu. Restorasyon’dan önce değişimler parça parça ele alınmıştı. Son Şoğun Tokugava Keiki (Yoşinobu), Fransız temsilci Leon Roches nezaretinde deneme reformları başlatmıştı. Birçok beylik benzer biçimde davranmıştı. Ivakura Heyeti’nin seyahatinden önce Meici yönetimi de daha çok Tokugava zamanında hüküm süren toplumsal, ekonomik ve siyasal sistemi parçalamaya dayalı, sınırlı bir değişim programı başlatmıştı. 1873 sonrası programı eski düzeni yok etmekten çok öte iş gördü. Bu programın ayrıntıları bu kitabın başka bölümlerinde derinliğine yer almaktadır. Burada konunun kapsamını ve ele alınma ölçeğini belirtmek yeterli olacak. Siyasal kurumlardaki değişim, 1885’ten sonra kabine hükümeti, 1889 Şubatında bir anayasanın resmen ilan edilmesi ve 1890’da seçilmişlerin meclisinin açılmasıyla doruğa ulaştı. Meici döneminin gelişigüzel bürokrasisi resmi bürokratik hiyerarşi içinde yeniden örgütlendi ve giriş sınava bağlandı. Yasal sistemdeki köklü reform, medeni yasanın ve ceza yasasının Avrupa çizgilerini ve Avrupa tarzı yasal prosedürleri model alacak biçimde yürütülmesini getirdi. Yeni bir devlet eğitim sistemi, meslek eğitimi ve yüksek eğitimin yanında evrensel temel eğitimi sağladı. Batı tarzı güçlü silahlı kuvvetler oluşturuldu. Modern bir devletin altyapısı -örneğin, ulaşım, posta, bankalar- yaratıldı ve girişimlerin karşılanmasına yardımcı olmak için modern sanayi sektörü ve ihracatın hızlandırılmasına yönelik birçok yöntem kullanıldı. Bu değişimin esası yüzyılın dönümünde temel olarak tamamlanmıştı. Bunun arkasındaki itici güç, büyük ölçüde, neredeyse yüzyılın sonuna kadar Japonya’nın diplomatik faaliyetlerine hâkim olan “eşitsiz” anlaşmalardan kurtulma arzusuydu.
Değişimin yürütülmesinde tek bir ülke model alınmadı. Önemli ölçüde derleme yapıldı. Japonya’nın konumuna en uygun Batı modeli veya özelliklerini bulmak için çaba harcandı. Örneğin, diğer alanlarda çok benzerleri kopya edilenler Amerikan, Hollanda, İngiliz ya da Fransız sistemleri olabilirken anayasa konusunda en etkilisi Alman modeliydi. Ya da saflığını koruyan bir Batı modelinin Japonya’da uygulanmasında herhangi bir sorun yoktu. Batı uygulamaları ve düşünceleri -Batılılaşma süreçlerinin çok revaçta olduğu dönemlerde bile- Japon gerçeğine uydurulmak için değiştirildi. Japon geleneğinin öneminin vurgulanmasına devam edildi. Japon geleneğinin gerçek ve farazi unsurları -ya da bu geleneklerin taklitleri- sadece milli duygu ve çabalarda yoğunlaşmaya hizmet etmedi, yabancı kültürel baskı ve kültürel tehdide, ekonomik ve siyasal emperyalizme karşın Japon şeylerin’ öneminin devamlı öne sürülmesi de özsaygı unsurunun korunmasına yardımcı oldu.
Kaynak: akintarih.com