Japon kültüründe edebiyat
Yamato’nun yüreği, nerededir diye, Ne zaman biri gelip, sorarsa sana, Tan doğarken ışıyan bir mekandır de, Kiraz açan dalları hatırlat ona -Norinaga Motoori
Dünyadaki ilk romanın bir Japon soylusu tarafından yazıldığını, hatta bu kişinin Murasaki Shikibu isimli bir kadın olduğunu biliyor muydunuz?
Genji Monogatari isimli bu romanın tahminen 1021 yılında tamamlandığını peki?
Dahası, bugün en önemli edebiyatçıların mensup olduğu Avrupa’da, edebiyat tarihi sadece 15-16. yüzyıllara, yani, Rönesans dönemine kadar gidiyor. Avrupa’daki ilk roman, Cervantes’in Don Kişot’u, 17. yüzyılda yazılıyor. Bu da Japonya’da edebiyatın Avrupa’yla kıyaslandığında ne kadar eski ve derin bir birikimi olduğunu gösteriyor.
Japon popüler kültürüne olan ilginin artmasıyla beraber bugüne kadar Japonya’ya dair; yakın geçmişi, geleneksel ve/veya modern unsurları gibi pek çok konuda fikir sahibi olduk. Ancak böylesine köklü bir kültürün edebiyatı hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz?
Bu noktadan yola çıkarak Japon edebiyatına dair küçük bir bakış açısı kazandırmak adına bu yazıyı hazırladım. 2000 yıllık bir geçmişe sahip bu edebiyatı anlatmaya öncelikle Japonlarda edebiyatın nasıl bir anlam ifade ettiğiyle başlamak doğru olacak sanırım.
“文 学” (bungaku) yani edebiyat kelimesi iki kanjiden oluşuyor. “文” (bun); bilgi, öğreti, kültür, cümle, yazın gibi anlamlar taşıyor. Kültür ve edebiyata dair pek çok kelime “文” kanjisini taşıyor. Örnek vermek gerekirse, “文化” (bunka) kültür demek ve “文明” (bunmei) uygar, uygarlık, medeniyet anlamına geliyor. Bu noktada Namık Kemal’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “İnsan topluluklarının gelişmesi, her şeyden önce dil ve edebiyatlarının ilerlemesine bağlıdır.” Namık Kemal bu cümlesinde, uygar topluma geçişte edebiyatın ne denli önemli olduğunu vurgular. Bu anlayışın Japonlar için de geçerli olduğunu sadece “文” kanjisini taşıyan kelimelere bakarak dahi söyleyebiliriz. “学” (gaku) kanjisi ise öğrenmek, okul ve bilim anlamları taşıyor. İki kanjiye bakarak, edebiyatın Japonlar için, bilgiyi öğrenme, bilgi bilimi gibi anlamlar ifade ettiğini söylemek mümkün.
Gelelim edebiyatın Japon kültüründeki yerine… Bu konuda Shuichi Kato, ünlü eseri Japon Edebiyatı Tarihi’nin ilk cildinde şunları söylüyor: “Japonlar, tarihin her döneminde düşüncelerini soyut felsefi sistemlerden ziyade somut edebi yapıtlarla ifade etmişlerdir.” Buna karşılık Japon edebiyatı gibi uzun ve derin bir geçmişe sahip Çin edebiyatını incelediğimizde, Çinlilerin uzun bir felsefi sistemleştirme süreci yaşadığını söyleyebiliriz. Örnek vermek gerekirse, Konfüçyüsçü felsefe Japonya’ya Tokugawa döneminde Sung hanedanlığının bu felsefeyi “resmi eğitim aracı” olarak benimsemesiyle beraber gelmiştir ve bu felsefenin benimsenmesi adına pek çok eser ortaya konmuştur, ancak, sistemin adaptasyon süreci 300 yılı aşmıştır. Kato’ya göre, Japonlar felsefenin sistematik yanıyla ilgilenmekten çok onu yaşamlarına nasıl adapte edeceklerini düşünüyorlar. Hatta felsefenin mevcut sistematik yapısını parçalamak ve onu kendi toplumsal değerlerine indirgeyerek yavaş yavaş politik ve gündelik yaşama uygulamak Japonların ilk yaptığı şeydir diyor Kato.
Bu noktada anlaşılıyor ki, Japonlar için önemli olan sistematik bir yapıdan öte bu yapıyı pratiğe nasıl uygulayabilecekleridir. Bu konuya bir diğer örnek ise Heian dönemi (794-1185). Heian edebiyatı kuşkusuz Japon edebiyatının en verimli dönemlerinden biridir. Bu dönemde, içinde Murasaki Shikibu’nun Genji Monogatari isimli romanının da yer aldığı, şiir ve roman alanında pek çok başyapıt verildiği halde felsefi anlamda hiçbir özgün yapıt verilmemiştir.
Sonuç olarak Japonlar için felsefenin yaşamın bir parçası olarak edebiyatın sadece küçük bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Felsefeden öte yaşam bir bütün olarak edebiyata konu olmuş ve Japonlar bir kiraz çiçeğinin açışından saray entrikalarına kadar deneyimledikleri her şeyi bazen bir haiku, bazen bir waka bazen de bir roman olarak gelecek nesillere aktarmışlardır.